Yazıyooor yazıyooor…
Yazıyooor yazıyooor… • http://bit.ly/2PUn1D6 • Mehmet Akgün • Sonsöz Gazetesi • Son Dakika • Güncel Haberler • Ankara Yerel Gazete
Basın teknoloji gelişti, internet hayatımıza girdi. Kullandığımız tüm cihazlar dijitalleşti. Peki, 70’li ve 80’li yıllarda gazetelerde teknoloji ve işleyiş nasıldı? Duayen Gazeteci Taner Dedeoğlu o günleri anlattı…
Haber verme ve alma arzusu insanlık tarihi boyunca her zaman yerini korudu. Dünya tarihi boyunca bunun birçok örneği de karşımıza çıkıyor. Bundan 3 bin 400 yıl önce Nil boylarında bulunan bir tablet, dünyanın ilk gazetesi adını aldı. Bu gazete günümüz modern gazeteleri gibi kağıt üzerine değil, pişmiş bir tuğlaya yapıldı. Yani ilk gazete bir tablete basıldı.

Bugünlerde de Tablet ile
gazeteler okunuyor ama tabii ki bilgisayar teknolojisi ile…
Mısırlılar bu tabletlere
günün önemli olaylarını yazdılar. Bunlar elden ele dolaşmış taş levhalardı. İlk
gazete o devirde kutlu sayılan Sharabeyani
(Gelin Göbeği) şeklinde yapıldı. Tuğla gazeteden 40 sayıbulundu.
Gazeteci tarih yazıcısıdır. Tarihe tanıklık eder ve kamuoyu için
önemli gördüğü bilgileri yine kamuoyuyla paylaşır. Yöntemi tarih boyunca
değişkenlik gösterse de asılolan haber verme kaygısı hep yerini korudu.
Peki, ülkemizde gazetecilik tarihi nasıldı? Bunu öğrenmek için
usta gazeteci Taner Dedeoğlu ile söyleşi yaptık. Dedeoğlu 70’li 80’li yıllarda
ülkemizde gazeteciliğin zorluklarını, keyifli anlarını, işleyişini yaşamış duayen
bir gazeteci ve mesleki olarak yaşadıklarını bizimle paylaştı.
Dedeoğlu
sözüne “Mustafa Kemal Atatürk’ün daha milli mücadele döneminde Anadolu Ajansını
kurması ile basına verdiği önem anlaşılmaktadır” diyerek başlıyor ve devam
ediyor.“Bu dönemde meclis binalarının hemen arkasındaki Rüzgârlı Sokakmerkez
olur ve Ankara’nın Bab-ı Alisi olarak genç cumhuriyete hizmet ederdi.”
Soru: 60’lı, 70’li yıllarda teknolojiileri seviyede değildi. Baskı işleri nasıl yürüyordu?
Dedeoğlu:Çok
partili sisteme geçildiği yıllarda yine Ankara basını öndedir. 1950’li yıllarda Bab-ı Ali yeniden canlanır
ve büyük kuruluşları ile basının amiral gemisi olur.
1960’lı yılların sonlarına doğru yaygınlaşan ofset
sistemine kadar, rotatif makinelerinde gazete basılmaktadır. Pirinç harflerden,
kurşuna alınan kalıplarla oluşan yazı gazetelere basılır. Bu dönemde görüntü
malzemesi çok azdır, zor elde edilmesi
hem de‘klişe’ denilen bu malzemenin baskısının pahalı olması nedeniyle
sayfalarda fazla yer almaz.

Gelişen teknoloji ile bu sistemde çok modern hale gelir,
kolay hazırlanması ile ofset sistem eskiyi tarihe gömer. Burada yazı birinci
hamur kağıda, elektrikli daktilo ile dizilir, görüntü malzemesinin de pikaj
kartonuna yerleştirilmesinden sonra alınan filmin kalıbı ile baskıya geçilir.
Kalıba kadar olan kısmın değiştiğini biliyorum.
Bu sistem ile matris kutusu denilen metal bir kutuya
konulan filmler, akşamüzeri uçakları ileAnkara, İzmir ve Adana matbaalarına
gönderilerek buralarda da baskı yapılması sağlanır hale getirilerek, İstanbul’un
buralara gazete gönderme sorunu da bitmiş oldu.
Soru: Bütün gazeteler bu sistemleri mikullanıyordu?
Dedeoğlu: 1975 yılında Hürriyet’te çalışmaya başladığımdagazete sayfalarını film halinde gönderen bir sistem gördüm. Özel link hattıkurmuşlar, büyük bir dolap gibi cihaz, yirmi dakika gibi bir zamanda gazeteninbir sayfasının filmini Ankara’ya gönderiyordu, ötekilere göre muhteşem birşey. Bugün ise bilgisayarda hazırlanansayfa doğrudan kalıba alınıyor.
Soru: O dönemde dijital cihazlar yoktu, görüntüleri nasıl elde ediyordunuz?
Dedeoğlu: Görüntü malzemesinin zor elde edilişini birörnekle anlatırsak. Çeşitlikimyasalların gram ölçülerinde karıştırılması sonucu elde edilen film banyosubir tavaya konulur. Bu yayvan kap içinde film elle banyo ettirilir. Çok kritikbir zamanlama gerektiği için ağızdaki sigaradan alınan bir nefes ile ortalığınkırmızı ışıkla aydınlanması ile filmin durumu anlaşılır.

Bu bizden çok eskilerde olmasına karşın, böyle film banyo
eden bir arkadaşım vardı, yeni sisteme alışamadım derdi. Daha sonraki yıllarda
film banyo hazır kit halinde geliyordu, sıcak suda eritilerek kullanılıyordu.
Film de spirale sarılıyor, tank içine atıldıktan sonra kurulan saatin çalması
ile çıkartılıyordu, el değmeden. Agrandizör denilen alette film karta
basılıyor, bu fotoğraf gazetede kullanılıyordu.
Soru: İnternet teknolojisi yokken zamanınasıl ayarlıyordunuz?
Dedeoğlu: Renkli filmi İstanbul’a gönderirdik, ancakorada banyo edilirdi, bu da zamanla yarışmak demekti, havaalanına koşarsın,kargo işlemi kapatmışsa pilota veya hostese rica edersin.
1983 veya 84 olabilir, Ankara bürolara da bu sistem
kuruldu. Daha önce ancak baskıda kullanılan dia pozitif filmi kullanılıyorduk.
Bürolara renkli sistem kurulunca renkli negatife döndük. Banyodan sonra karta
basıyorduk, hemen İstanbul’a telefoto ile gönderiyorduk.
Gazeteci arkadaşlarımız, Mustafa Balbay ve Tuncay
Özkan’ın tutukluluğu sırasında Gazeteciler Cemiyeti Yönetimi ile ben de duruşmaları
izlemeye Silivri’ye gidiyordum. Duruşma salonuna giremediğim için haberimi de,
çıkışta bir fotoğraf ve kısa bilgi ile tabletle hemen geçmenin heyecanını da
yaşadım.
Soru: Peki, haber oluşturmadan, baskıyakadar ki süreç nasıl işliyordu?
Dedeoğlu: Gazete, dev bobinlerin makineye takılması vehızla dönmesi ile basılır. Gazete sayfasına göre bobin vardır, makinenin durması sırasında azalan bobinlerçıkar yenisi takılır. Bobinleri de ufak parçalara bölünür ve bürolara yazıkağıdı olarak gönderilirdi.
Muhabirler bunlara haberini daktilo ile yazar ve
sorumluya verir, İstanbul gazetelerine bu haber de teleks aracılı ile giderdi.
Teleks kocaman bir daktilo görünümünde, çok gürültülü çalışan ve sadece küçük
harfle yazan bir makinedir.

50’li yıllarda haberi ulaştırmakta ayrı bir sorunmuş!
Anadolu Ajansı muhabirleri, (il ve ilçelerde tamamen amatör ruhla çalışan
insanlar) kimlikleri ile PTT ye gidip, telgraf çekerlermiş, kelimesi bir kuruş.
Yüz kelimelik haber geçse bir lira.
Gazetelerin büyük fedakarlıkla telefondan yazdırdığı haberler
de gazetelerde vurgulanır. Tele-foto denilen bir sistem de 60’lı yıllarda
kullanılmaya başlanıldı. İyi görüntü vermese de olayı anlatıyordu ve altında da
Tele-Foto yazardı.
Soru: Telefonla ulaşım hangi yıllardakolaylaşmaya başladı?
Dedeoğlu: Basının rahat telefon görüşmesi, 1985’leri
bulur. Özal döneminde, kendi telefonunla dünyanın öbür ucunu çevirebilmek ancak
o zaman oldu. Ondan önce, şehirlerarası görüşme için, normal, acele, yıldırım
gibi sınıflar vardı, parası artarak giderdi tabiî ki. Buna bir de basın
önceliği eklenirdi, telefonu alır 03’ü çevirirsin, bir kadın çıkar,
‘şehirlerarası buyurun’ der. Sen de ona İstanbul’daki telefon numarasını verir
ve‘yıldırım basın’ dersin ve
beklemeye başlarsın. Olağanüstü günlerde, uyanık sekreter merkezle paylaşsın
diye.
Soru: Gazeteler okuyucuya nasılulaştırılıyordu?
Dedeoğlu: Bu gazetelerin okuyucuya ulaştırılması da ayrıbir konu. Ankara veya İstanbulgazeteleri merkezde, sokak satıcıları ile okuyucuya ulaşırdı. Omzuna taktığı birkemerle tutturulan gazeteleri ‘yazıyoooo’ diye bağırarak satardı. Ankara’yauçakla gelen gazetelerde ‘Tayyareee’ diyesatılırdı.
Gazeteler kendi araçları ile çevrelerine dağıtım
yaparlarulaşamadıkları yerlere öncelikle şehirlerarası otobüs veya tren ile
giderdi. Otobüs en iyi şartlarda akşama gideceği yere ulaşırdı. 60’lı yıllarda
Hürriyet dışındaki gazeteler Ga-Me-Da- (gazete mecmua dağıtım)adlı bir şirket
kurarlar ve hepsi yayınlarını buraya verir, tek bir araçla birçok gazete
dağıtılır. Hürriyet, Hür Dağıtımı kurar kendi yayınları dağıtırdı. Daha sonra
Günaydın’da buradan dağıtıldı. Gazete kamyonu yeni gazete götürür, eski-iade
gazeteleri de alır gelirdi. Hurda kağıt olarak SEKA’ya verilirdi.
Soru: Gazeteler uzak illere zamanındaulaşabiliyor muydu?
Dedeoğlu: 1981 yılında Hakkari’de bir göreve gittim. Daha sonra Vizontele filmine konu olan televizyon yayını konusu. Bir gün önce, bir uçak dolusu, görevli ve gazeteci ile ayrı bir uçakta da Başbakan Bülent Ulusu ile Van’a gittik. Ertesi gün karayoluyla Hakkari’ye geçtik, başbakan televizyon yayınını törenle açacaktı ama olmadı, yayın yine ulaşmadı, döndük.
Orada Milliyet muhabiri ile tanıştım, bir öğretmen, zevk
için bu işi yapıyor, orada öğrendim,
Van’a gününde gelen gazete, ertesi gün Hakkari’ye ulaşıyor, o da kar
yolu kapatmazsa… Bugün yine kamyonlarda dağıtım sürüyor.
Soru: İstanbul ile Ankara arasında birrekabet var mıydı?
Dedeoğlu: 60’lı yılları ortalarında basında büyük birpatlama olur. Ulus ve Adalet gibi ülke çapında okuru olan Ankara gazeteleri,piyasayı İstanbul basına kaptırır. Gazetelerin birinci sayfalarının büyük bölümüAnkara’dan gitmektedir. Başkent, halkı ilgilendiren haberlerin merkezidir, bunedenle de İstanbul gazeteleri, 1950’lerin ortalarında Ankara’da büro açmayabaşlarlar. Başkentbasını buna fazla dayanamaz ve Rüzgarlı Sokak’ta sıkışıpkalır.
64 veya 65 yılında Hürriyet bir yazı dizisi yayınladı.
Sadun Boro adlı amatör bir denizci karısı, çocuğu ve bir de kedisi ile
teknesiyle dünya turuna çıktı. Bu insanlar sürekli bilgi ve belge göndererek geniş bir kitle üzerinde heyecan
uyandırdı.Günlük yüzelli bin ile başlayan satış yüz
binlere ulaştı. Birkaç yıl önce öldüğünde de haber oldu. Sadun Boro’nun heykeli Bodrum’un Kissebükü koyunda,
Gökova girişindeki kayanın üzerine dikildi.
Necati Zincirkıran anılarında anlatıyor, bu olay Hürriyet’i
günlük 150 bin satışa götürmüş. Bundan sonra Simavi kardeşlerin yolları
ayrılıyor. Haldun yanına Necati’yi de alarak Günaydın gazetesini kuruyor. Çok
farklı bir yapı, alışılmış bir gazete değil. Çoğu masa başında hazırlanan
haberler ama çok usta kalemler var, Selahattin Duman onlarda ayrıca fotoğrafı
bol bir gazete. 744 bin günlük satışı vardı, Hürriyet 600, Tercüman 500,
Milliyet 220 bin satış yaparken.
Soru: O yıllarda magazin gazeteciliği nasıl işliyordu?
Dedeoğlu: Ben magazini ‘hayatın renkli yanları olarak tanımlarım’, daha sonra girdiği şekiller, aldığı pozisyonlar hep saçmagelmiştir bana. Mecliste de magazin olur, cenaze töreninde de, mutlaka birrenkli tip, bir olay çıkar.
40’lı yıllarda olduğunu sanıyorum, Radyo Alemi isminde
bir dergi var. Dönemin en renkli hayatı orada olduğundan insanların hayatına
yepyeni bir kapı açılmış. Daha sonra sinema gelişmiş, Yelpaze diye bir dergi
var ama biraz dekolteye önem veren bir yapı. Sonra Hayat Dergisi çıkıyor,
farklı bir kağıt, yanlış hatırlamıyorsam
sadece kapak renkli. 60’lara gelindiğinde Hayat’a bir de Ses isimli kardeş
geliyor. Tifdruk denilen bir baskı sistemi, ince bir kağıt, bol renkli. Ses dergisi sinema
ağırlıklı ve yarışmalar düzenleyen ve birçok ismi Yeşilçam’a kazandırmış bir
yayın.
Bu dönemlerde gazeteler ofset baskıyı kullanmaya
başlamıştır, kolay hazırlanması, sayfa düzeninde çağdaş, özgürce çalışma
imkanı, batı yayınlarına benzeyen yapısı ile 70’lere gelindiğinde de Milliyet
Gazetesi Hey Dergisini çıkarıyor. Sinema, müzik ve en önemlisi gençlik
konularında yayınları olan bir dergi. Bunun en büyük özelliği de kaliteli
müziğin yanında olması. Tercüman’ın
İnci, Günaydın Gazetesi’nin Saklambaç’ı, Hürriyet’in Kelebeği ve Hafta Sonu
gazetesi var.
Soru: Bu dal Türkiye’de nasıl başlıyor?
Dedeoğlu: Bu iş kolu İstanbul’da Beyoğlu Muhabirliği ilebaşlıyor sanıyorum. İstanbul’a gelen sinema sanatçıları, ünlü işadamları,yazarlar, ressamlar gibi tanınmışların haber yapılması ile başlıyor. Daha sonraAnkara, İzmir ardından da diğer iller devreye giriyor.
Gece hayatında ünlü isimler sayfalarda yer alıyor,
bunların ufak davetleri ‘Cemiyet Sayfası’ denilen yerlerde yayınlanıyor.
Soru: Peki, yapılan haberlerin birsınırı var mıydı?
Dedeoğlu: Magazinde bir sınır vardır. Ünlü işadamları herhafta evinde davet veremez ya, ama dergi her hafta çıkacak! İşte sınırzorlanmaya başlar. Ünlü isimler az ünlüye, ünsüze kadar gider. Olabilecek fakatolmamış bazı şeyler olmuş gibi gösterilir, pembe yalan denilir ama gün gelir bubasın türü inanırlığını kaybeder. Bunun sonunda da maddi manevi çıkarlar,tehditler devreye girer sonra da kaybolur gider.
Bugün magazin sayfalarında, gazetenin kanalının
dizisindeki genç kızların haberlerinden başka bir şey kalmadı.
Taner
Dedeoğlu kimdir?
1949 yılında Nevşehir’de doğdu. 1977 yılında A.İ.T.İ. akademisini
bitirdi. Gazeteciliğe 1971 yılında Milliyet Gazetesi Hey Dergisi’nde başladı.
Dedeoğlu, 1975-1980 yılları arasında Hürriyet Gazetesi TV’de 7 Gün
dergisinde çalıştı. 1980 yılında döndüğü Milliyet Gazetesi’nden 1997 yılında da
emekli oldu.
2002-2005 arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde “Haber
Toplama ve Yazma”, “Magazin Gazeteciliği” ve “Televizyon Gazeteciliği”
konularında dersler verdi.
http://bit.ly/2PUn1D6
Post a Comment