Header Ads

Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı

Türk diyarından bir dahi geçti


Mizzuri Üniversitesi birbirine giriyor


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı5
Oktay Sinanoğlu

Üst üste istiflenmiş, tüm sayfaları sıralı, numaralı ve içi hınca hınç formül ve eğrilerle dolu resim defterleri, 2,5 numara sivri açılmış kalemle; çizgili, uzun, sarı bloknotlara elle yazılmış makaleler… İçinde matematik, kimya, fizik; hepsi bir arada, birbirine yardımcı… Buraya kadar her şey iyi ama bir sorun var. Kimyacılar matematikten, fizikçiler kimyadan, matematikçiler kimyadan yani aslında hiçbiri diğerinin işinden anlamıyor. Farklı disiplinleri bir araya getiren, kimsenin aklına gelmeyen bilimsel kuramlar geliştirmiş ama kime neyi nasıl anlatacak? Masasının başında oturmuş, işte bunu düşünüyor Oktay Sinanoğlu. İsminin önündeki titrler, ömrü boyunca gazetelerin, meslektaşlarının düzdüğü methiyeler onun umrunda değil. Tek derdi “anlatmak”! İstersen dünyanın en önemli problemini çöz, anlatamazsan bir hiçsin çünkü. İşte 80 yıllık ömrü boyunca onca bilimsel kuramın yanında dil üzerine çalışıp “Türkçe eğitim!” diye diretmesinin sebebi bu.


“Benim saha kafa işi; kuramsal, matematiksel fizik, kimya, bilimin edebiyatı gibi bir şey. Şimdi bir şeyi yaratıyorsun, yeni bir sistem getiriyorsun, yeni bir açıdan bakıp o işleri çözüyorsun. Roman yazmaktan öte, genel olarak güzel sanatlara benziyor.” Oktay Sinanoğlu


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı7Amerika Birleşik Devletleri’nin orta batı eyaletlerinden biri olan Mizzuri’de sonsuza uzanan mısır tarlalarının ortasında bir üniversite şehri, Kolumbiya. Tarih 1953, Ekim ayının sonu. Saat geceyarısını geçeli çok olmuş. Adet olduğu üzere ceketinin yakasına Atatürk rozeti takılmış, takım elbiseli 18 yaşında bir çocuk/genç… Elinde ileride en heyecanlı maceralarına eşlik edecek olan eski, siyah bir bavul, cebinde 20 dolar ve iç cebine annesinin diktiği bir adet 5 liralık altınla bir otelin resepsiyonunda durmuş, derdini anlatmaya çalışıyor. Geride bıraktığı 36 saatlik uçak ve otobüs yolculuğuna rağmen kendine güvenli ve dimdik duruyor. Henüz jet motorlarının sivil havacılığa girmediği, uçakların kıtalar arası yolculuk yapabilmek için belli noktalarda inip yakıt ikmali yapmak zorunda olduğu zamanlar. Aksilik bu ya otelde yer yok, şehirde başka otel de yok. Neyse ki, birkaç saatliğine lobideki koltuklardan birine kıvrılmasına izin veriyor karşılama görevlisi… Ertesi gün Kimya Mühendisliği Bölümü’ne kayıt olmak için geldiği Mizzuri Üniversitesinden gelip alıyorlar onu. Kayıt işlemleri tamamlanıyor fakat dersler çoktan başlamış, hatta vize dönemi gelmiş çatmış. İlk girdiği ders matematik. Hoca sınav defterlerini dağıtıyor ama “Sen yeni geldin, bu sınava girmene gerek yok” diyor, o ise kulağında hala uğuldayan uçak motorunun sesinden kendi sesini duyamaz halde “Hayır, gireceğim” diyor. Sınav sonucu tüm okulu şoke ediyor: 100. Bir sonraki sınav kimya dersinden, sonuç yine aynı. Uzun yıllar sonra hayatını konu eden bir kitap için bu anıyı anlatırken bizzat tabir ettiği şekliyle “okul birbirine giriyor” ve doğrudan 3. sınıf derslerine girmeye başlıyor.


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı6


“Bilim yüzde 1 ilham, yüzde 99 terlemektir.”


Edward Teller*
*Hidrojen bombasının babası


İTALYA’DAN ANKARA’YA


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı101935, Şubat ayının sonu. Güney İtalya’nın liman kentlerinden biri olan Bari’de Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosluğu görevini yürütmekte olan Nüzhet Haşim Sinanoğlu ve ikinci eşi Rüveyde Karacebey Sinanoğlu’nun ilk çocukları Oktay Sinanoğlu dünyaya gelir. Bir yıl sonra da kız kardeşi Esin aileye katılır. Nüzhet Haşim Sinanoğlu edebiyata tutkun bir diplomattır. İtalyanca, Latince ve Fransızca dillerine hakim, İtalyan Rönesans Edebiyatı konusunda uzman, Grek ve Romen Mitolojisi, Latin Edebiyatı Antolojisi kitaplarının yazarı, Türk Devlet Tiyatrosunca sonraki yıllarda defalarca sahnelenen İtalyan Goldoni’nin İki Efendi’nin Uşağı adlı tiyatro oyununun çevirmeni ve Dante’nin İlahi Komedya’sını ilk kez Türkçe’ye kazandıran kişidir. Anne Rüveyde hanım ise 12 yıl kaldığı İtalya’da edebi düzeyde İtalyanca öğrenmiş aynı zamanda Fransızca’ya hakim, güçlü bir Cumhuriyet kadını ve Türkiye’nin ilk kadın gazetecilerinden biri…


“İçgüdü, sezi bu işlerden çok önemli. Tabii ki zembille inen bir sezgi değil bu. Çalışıyorsun, bir noktaya, kıvamına geldiğin zaman sezgin gelişiyor. Baktığın zaman işin ciğerini görüveriyorsun. Ama ispat etmesi sonra 10 sene sürüyor.” Oktay Sinanoğlu


II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber apar topar Türkiye’ye döndükten hemen sonra henüz 43 yaşındaki babalarını kaybeden Oktay ve Esin, TED Yenişehir Lisesi’ne burslu olarak kabul edilirler. Esin1 daha sonra konservatuar piyano bölümüne geçip buradan mezun olacaktır. Oktay ise 1953’te TED Yenişehir Lisesi’ni birincilikle bitirip yine TED bursuyla Amerika’ya gider. O zamanlar için Türkiye’de hiç çalışma sahası olmayan kimya mühendisliğini seçmesi çevresi tarafından risk olarak görülse de o, istediği şeyden emindir. Oysa küçüklüğünden beri hayali yazar olmaktır. Kendisinin ve çevresinin anılarında o her zaman elinde bir kitap olan çocuk, “alim efendi”dir. Annesinin eşini kaybettikten sonra iki çocuğuyla birlikte giriştiği hayat mücadelesi Oktay’ı hem erkenden olgunlaştırıp sorumluluk sahibi bir kişiye dönüştürecek hem de kariyer seçimini yazarlıktan mühendisliğe kaydırmasında rol oynayacaktır:


“Bizim bütün sülalemiz millet için hiçbir menfaat düşünmeden çalışmıştır. Biz de yaratılış olarak böyleyiz. Onlar hep içtimai konularla yazdılar, çizdiler. Biz de çocukken edebiyata meraklıydık, hatta 15-16 yaşına kadar yazardım. Sonra baktım, babam dahil ailede bir sürü yazar-çizer var. Rahmetli annem Rüveyde Sinanoğlu da kalemi çok kuvvetli bir gazeteciydi. Ben onunla, babamla nasıl rekabet edebilirim diye düşünmeye başladım. 6 yaşından beri fen, fizik, kimya merakı vardı. İyisi mi bilimi seçeyim dedim. O zaman ‘Bu islerde aç kalırsın’ dediler ama ileride Türkiye’de kimya sanayii kurulur, diye düşündüm. (…) II. Dünya Harbi’nin hemen sonunda naylon, ilk plastikler, ilk antibiyotik, ilk penisilin icat edilmiş; dolayısıyla kimya mühendisliği (yurtdışında) en cazip sahaydı o yıllar…” 2


ANKARA, BİR AMERİKAN SÖMÜRGESİ


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı1840 yıldan fazla süren Amerika macerasına dönmeden önce Oktay Sinanoğlu’nun henüz orta okul yıllarında, biraz da aileden gelen kültür ve genler yardımıyla gelişen Türk dili, kültür ve kimliğine olan hassasiyeti üzerinde durmak gerekli. Oktay Sinanoğlu orta öğrenim çağındayken İstanbul ve Ankara’daki Amerikan yanlısı politik gelişmeler, dönemin milli duyguları gelişmiş çevrelerinde bazı rahatsızlıklara sebebiyet vermiş. Özellikle USS Mizzuri gemisinin 1946’da İstanbul’a gelişi ve ardındaki olaylar, Marshall yardımları konusu, Ankara’ya bir Amerikan üssünün kurulması, Amerikalı askerlerin Ankara’da Türk hukukundan muaf tutulmaları, tanık olunan bazı tatsızlık ve hukuksuzluklar dönemin gençliğini rahatsız etmeye başlamış. Misyoner okulları olarak bilinen yabancı kaynaklı özel okullara alternatif olarak Türk kültürü çerçevesinde yabancı dil öğretmek gayesiyle bizzat Atatürk tarafından kurulan TED’in 1952’de uygulamaya konan bir sistemle yabancı dil eğitimi de veren bir kurum olmaktan çıkıp eğitimini tamamen yabancı dille yapan kolej statüsüne geçmesi, o dönemde bu okulda okuyan gençlerin Türkiye’de Amerikan güdümlü bir iç siyasetin gelişimini hissetmesine ve buna tepki vermelerine yol açmış. Oktay Sinanoğlu, 1952 yılında ülke gündemini takip eden, milli hassasiyetleri güçlü bir lise son sınıf öğrencisi olarak bu duruma sesini yükseltmiş, hatta kendisine önerilen Amerika’da eğitim bursunu dahi reddetme raddesine gelmiş:


“O sıralarda Ankara bir nevi işgal edilmiş durumda, Amerikan askerleri falan var. Amerika’ya gıcık oluyordum, ‘Sömürge oluyoruz, bu Kurtuluş Savaşı’nı niye yaptık’ deyip duruyordum. Amerikan askerlerinin yaptığı rezillikleri görüp, sinir oluyordum. Amerika’ya gönderme niyetlerinin bizi devşirme yapmak olduğunu bildiğim için karşı çıkıyordum. Ama bir yakınım, ‘Senin bir yarım anan var. Ona bir şey olursa okuyamazsın, git, oku, sonra bildiğini yap’ diye nasihat edince gitmeye karar verdim. Giderken Türk bayrağı önünde ‘Gideceğim. Allah kısmet ederse orada söz sahibi olacağım. Ondan sonra gelip onlarla daha kuvvetli mücadele edeceğim’ diye yemin ettim ve yeminimi hiç unutmadım.” 3

Sonraki yıllarda Türkiye’de aldığı eğitimin diğer ülkelerdeki eğitimden ne kadar üstün olduğunu keşfettiğini söyleyen Sinanoğlu, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Türklük amaçlarına uygun bir şekilde yabancı dili de ayrıca öğrenmek yöntemine örnek vermek üzere, Atatürk 1929’da Türk Eğitim Derneğini kurdu. Derneğin amacı örnek özel Türk okulları açmak, “Türk Harsı içinde yabancı dil öğretmek” olacaktı. Bu okulda, fizik, kimya, matematik gibi bütün dersler, Ankara’nın en kuvvetli öğretmenleri tarafından güzel bir Türkçe ile öğretiliyordu. Ayrıca yabancı dil olarak İngilizce haftada on saat ayrı bir ders şeklinde öğretiliyor, kuvvetli yabancı dil öğretme yöntemleri kullanılıyordu. Türk Eğitim Derneği’nin okulları 1952’ye kadar Atatürk’ün bu ilkeleri içinde eğitime devam ettiler. O devirde, bize çok emeği geçen hem bilim ve tekniği ile bütün Türkçe’mizi, ayrıca da yabancı dili öğreten, bize hem bilim, hem Türklük aşkını, Atatürk yolunu veren değerli öğretmenlerimizi bu vesile ile burada anmayı manevi bir borç biliriz.” 4


VER ELİNİ KALİFORNİYA


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı9Dönelim kaldığımız yere, Mizzuri’ye… Üniversitede geçirdiği ilk haftalarda kendini fazlasıyla kanıtlayan Oktay Sinanoğlu sadece 7 ay içinde 2. sınıfı bitirmiş olarak 1954 Mayıs’ında yaz tatiline giriyor. Bu arada boş durmuyor, okul kütüphanesinde dünyada Kimya ve Fizik konusundaki en iyi bilim adamlarını çıkarmış okulu bulmak için çaba harcıyor ve buluyor: San Fransisko şehrindeki Kaliforniya Üniversitesi Berkeley. Bu okulda okuması gerektiğini düşünüyor. Bir de tabii, tam o sırada Los Angeles’a taşınmakta olan “aşk” var. Elbette kızın peşinden gidilecek. O yaşın yaptırımı gibi bir şey bu. Kendisine UCLA’de bir yaz okulu ayarlayıp bir daha dönemek üzere Mizzuri’yi geride bırakıyor. Yaz macerası hüsranla sonuçlanınca biriktirdiği paralarla külüstür bir araba satın alıp Los Angeles’tan San Fransisko’ya yeni okuluna doğru yola çıkıyor. Bundan sonrası ise çok hızlı ilerliyor. 1956’da sahanın en ünlü hocalarıyla çalışma imkanı bulduğu Berkeley Kimya Mühendisliği Bölümü’nden birincilikle mezun oluyor. Bu arada MIT (Massachusetts Institute of Technology), bilim dünyasının en önemli ödüllerinden biri olan Alfred P. Sloan ödülünü veriyor ve Sinanoğlu için Amerika’nın sıcak ve güzel batı yakası hikayesi bir süreliğine son buluyor. Ta İtalya’dan beri her yolculuğunda ona eşlik eden siyah bavulunu arabasının bagajına atıyor ve kıtayı baştan sona 9 günde aşıp master yapmak için soğuk ve “iç karartıcı” dediği Boston’a gidiyor. Temel bilimlere merakı yüzünden Kimya Mühendisliği’nin gerektirdiği dersler dışında da derslere giriyor. 2 yıl sürmesi gerekirken sadece 8 ayda tamamladığı master derecesi sırasında MIT, Sinanoğlu’nun en büyük tutkularından biri olan yelkenciliğe merak sarıp öğrenmeye başladığı yer olarak öne çıkıyor. Ehliyetini okulun kendi kadar ünlü Tech Sailing Club isimli yelken klübünden alıyor.


“Bir meseleyi sahiden çözersen sonuç gayet basit çıkar ve herkes kullanabilir; ayracı budur işin.” Oktay Sinanoğlu


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı17Bu arada kimya mühendisliğindeki bazı hesaplama tekniği eksikliklerini fark edip bunlara çözüm bulabilmek için en başa, temel bilimlere; fizik, kimya, matematiğe dönüş yapmak istiyor. Berkeley onu doktora için geri isteyince hayatının fizikokimya, kuantum (nicem) ve istatistik (sayıtım) mekaniği sayfası açılmış oluyor. Berkeley’de 1,5 sene içinde farklı alanlarda 3 farklı teoriyi kanıtlayıp yayınlayarak kendi çapında bir rekor daha kırıp 23 yaşında doktora derecesini de tamamlıyor. Bunlar duyulunca Amerika ve Avrupa’dan çeşitli seminerlere çağırılıyor, fakat Sinanoğlu anlatması istenen konuları çoktan geçip yepyeni konulara merak sardığı için aslında her bilimadamı için onur sayılan bu konferansları angarya olarak görüyor:


“Yayınlanınca bir ilgi yağmuru başlıyor ama bendeniz diyorum ki: O işi yaptıktan sonra işin başka taraflarına geçmiş bulunuyorum. Arkada bıraktığım işler için oraya buraya konuşma yapmaya çağırılmam garibime gidiyor, çünkü yenisiyle meşgulken, bana göre eskileri artık pek ilgimi çekmiyor. Araştırmaları yaparken en büyük mükafatım, gecenin üçünde falan sorunu çözdüğüm zaman duyduğum haz. Tasavvuf gibi birşey, âlemlere dalıyorsun neler görüyorsun, neler. Gece üçte çıkıyorum okuldan, kar yağıyor, hava buz gibi. Yarım saatlik yere koşarak gidiyorum, kafa ne biçim açılıyor. Şimşekler çakıyor kafamda. Çünkü, kafa matematiksel olarak çalışmaya başladı mı, her konuda çalışır. Koşarken bir yandan da Dumlupınar Marşı söyleyerek gidiyorum.” 5


PROFESÖR SİNANOĞLU


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı3Seminer teklifleriyle birlikte ülkenin her yerinden iş teklifleri de yağmaya başlıyor. Tüm üniversiteler adeta kapışırcasına kendi taraflarına çekmek istiyor Sinanoğlu’nu. Bu okullardan biri de ünlü Yale Üniversitesi. Amerika kıtasına 1953 yılında ayak basan Sinanoğlu 1958’de hala ülkesine gidememiş olmanın eksikliğini yaşıyor ve başka bir çok özelliğinin yanında Türkiye’ye nispeten daha yakın olması sebebiyle Yale Üniversitesi’ni tercih ediyor. Emektar siyah bavul yine ortaya çıkıyor, istikamet bir kez daha kıtanın doğu yakası: New Haven, Connecticut. Evliya Çelebi misali dünyada dolaşmadığı yer kalmamasına rağmen hep döndüğü yer New Haven. Haftasonlarını New York’ta geçirmek şartıyla tabii.


“İçgüdü, sezi bu işlerden çok önemli. Tabii ki zembille inen bir sezgi değil bu. Çalışıyorsun, bir noktaya, kıvamına geldiğin zaman sezgin gelişiyor. Baktığın zaman işin ciğerini görüveriyorsun. Ama ispat etmesi sonra 10 sene sürüyor.” Oktay Sinanoğlu


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı15Yardımcı profesör sıfatıyla başladığı Yale Üniversitesi’nin ardından özel bir anlaşmayla Harvard’da da dersler vermeye başlıyor. 1961’de ise 26 yaşındayken profesör oluyor. Payesi 1963 yılında resmileşiyor ve konuyla ilgili 21 Mayıs 1963 tarihli New York Times gazetesinde “28 yaşındaki kimyacı, Yale’de profesör oldu” başlığının altında şu satırlar yazılıyor:


“Dekan Kingman Brewster bugün, burada Yale Üniversitesi’nin modern tarihindeki en genç profesörün atamasının gerçekleştirildiğini duyurdu. Bir zamanların kısa öykü yazarı, 28 yaşındaki Türk uyruklu bilimadamı Oktay Sinanoğlu, 1 Temmuz’dan itibaren (Yale Üniversitesinde) kimya profesörlüğüne atandı. Dr. Sinanoğlu, son 100 yıllık tarihte Yale Üniversitesi’ndeki en genç profesör olma özelliğini taşıyor. (…)”


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı4Haber dünya çapında yankı buluyor ve Türkiye de sonunda Oktay Sinanoğlu ile tanışıyor. Sinanoğlu ise profesörlük titrini almış biri olmaktan çok bunun Türkiye’deki yansımaları sayesinde ailesini mutlu etmiş olmanın gururunu yaşıyor:


“Ben bunları önce bu halk için yapmışım, sonra insanlık için yapmışım. Halkımızın özgüven kazanmasına katkım olsun diye yaptım. Hiçbir zaman ben profesör olayım, ünüm ortalıkta dolaşsın diye yapmadım. Benim kendime yakıştırdığım en güzel unvan garibandır. “6


DEVŞİRİLEMEYEN TÜRK


Aynı yıl askerlik hizmetinin ertelenmesinin ardından soluğu Ankara’da alır. Yeni kurulmuş olan ODTÜ’de bir konuşma yapacaktır. Konuşmasını Türkçe yapmaya başladığı anda rektörden uyarı gelir: “Burada Türkçe yasak, İngilizce anlat.” Cevabı çok kesin olur: “Ben kendi ülkemde, kendi dilimi konuşmaya hasret içinde geldim. Kendi dilimden bu konuşmayı yapacağım, siz anlamayacaksanız, lütfen çıkabilirsiniz. Ben size dışarıda İngilizce olarak anlatırım.”


“Türkiye’nin en birinci sorunu tepeden tırnağa aşağılık duygusuyla kıvranmasıdır. Aşağılık duygusundan nasıl kurtulursun? ‘Biz tarihte şöyleydik, böyleydik’ hamasi sözlerle olmaz. Bir şeyler yaptıkça, sorguladıkça, sonuca ulaştıkça atılır bu duygu.” Oktay Sinanoğlu


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı8Oktay Sinanoğlu’nun 1963’te 28 yaşındaki bu çıkışı, ömrünün son günlerine kadar defalarca tekrarlanacak, hoca aynı şeyleri tekrar tekrar farklı platformlarda anlatmaktan asla yılmayacaktır. Eğitim dilinin Türkçe olmasının gereğini yeniden, yeniden savunacaktır. Bu çalışmaların sonucunda yıllar sonra Attila İlhan 24 Mayıs 2000 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde kendisini “Devşirilemeyen Türk” olarak tanımlayacaktır:


“ O, aydınlık yüzüyle kapıda ansızın belirmişti: erken ağarmış saçları, kar beyazı; gözlük camlarında, floresant aydınlığı parıldıyor: gizlice irkilmiştim, adeta korkunç bir cinayete kurban giden Sabahattin (Ali) ağabey geri dönmüş, yayınevini ziyaret ediyor; tuhaf, boyu daha mı uzamış, duruşu daha mı sert; bir başkalık var ama, dur bakalım. İlk izlenimim budur! Elini uzatırken, adını söylemişti: o tarihte ilk defa duyduğum bir isim: Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu! (…) O Sinanoğlu ki, ABD nam ülkede çok genç yaşında profesör olmuş, ‘bir hârika’ çocuktur; ve ne hikmetse, öteki harika çocuklarımızdan hiç esirgenmeyen yoğun media alakası, ondan esirgenir. Acaba sözünü hiç sakınmadığından mı? Eğitim ve öğretim politikamızın hal ve gidişi, Türkçe’ye üvey evlat muamelesinin reva görülmesi, besbelli bağrını hun eylemiş; bu bahiste, bir başka yüreği yanık da, bendeniz olmuyor muyum; yanlış aklımda kalmadıysa, Kuğulu Park’ta sular kararıncaya kadar dertleşip, yüreğimizin şişini indirmiştik. (…) İşte, ‘…bizi 17 yaşında apar topar zorla Amerika’ya gönderdiler; çirkin bir gayeyle, devşirme olalım diye gönderdiler: çok şükür olmadık!’ diyen ‘adam’ bu! ”


“Bilimde, araştırmada işin yarısı can alıcı soruyu sormaktır. Sordun mu, ne yapar eder, cevabını bulursun. Baktım ki, sırf matematik yoluyla hepsini bulmak mümkün…” Oktay Sinanoğlu


BİLİMİN DİLİ MATEMATİK


Oktay Sinanoğlu söz konusu olduğunda olayların bir kronolojisini oluşturmak oldukça zor. Çünkü bir yandan dünayı dolaşıp seminerler verirken, diğer taraftan farklı ülkelerde ödüller alıp kürsülere atanıyor, başka bir tarafta Türkçe eğitim için neler yapabilirim diye düşünüp bu konularda yazı ve söylevler geliştiriyor, uyguluyor, tüm bunları yaparken açık denizlerde yelkenlisiyle dalgalarla boğuşuyor, yetmiyor pilotluk ehliyeti alıyor, evlenip çoluk çocuk sahibi oluyor. Her gittiği ülkenin dilini, kültürünü öğreniyor. Ve bunlar hemen hemen aynı zamanda gerçekleşiyor. Bitti mi sandınız? Tabii ki hayır. Sadece eğitimini aldığı Kimya dalında değil, bilimin her aşamasına el atmış bir kişi o. 1964 yılında sevdiği kızın peşinden Almanya’ya gittiğinde aklında DNA’nın yapısı ile ilgili sorular var. Stuttgart’ta bir otel odasında çözüp geliştirdiği, daha sonra kendisine “Moleküler Biyoloji’nin babalarından” sıfatını da kazandıracak Solvophobic Theory-Çözgeniter teorisi sayesinde Yale Üniversitesinde ikinci kürsüsüne atanıyor. Ancak aklı fikri hala ülkesinde, Türkçe eğitimde… Sinanoğlu eğitimde temel bilimlerin neden Türkçe verilmesi gerektiğini şu sözlerle açıklıyor:


“Mesela, fiziğin bir takım kuralları, derin kavramları var ben şimdi bunları Türkçe olarak anlatsam anlamakta zorluk çekilir. Bir tarafta İngilizce öğreniliyor. Gelmiş biri yarım yamalak, bunu tarzan İngilizcesi ile anlatıyor. Çocuğun bunları öğrenmesine imkan yoktur. Çünkü bu sıfat mıydı, İngilizce’de neydi, onu mu düşünecek yoksa fiziğin derin kavramını mı düşünecek? Anlamasına imkan yoktur. Ne dosdoğru İngilizce öğrenir ne de fiziği… Düşünmeyi unutur. 7 Atatürk’ün amacı Arapça’yı Farsça’yı atıp, yerine

Fransızca, İngilizce doldurmak, 1000 yıl önceki hatayı tekrarlayıp, yeni bir Osmanlıca daha ortaya çıkarmak değildi. (…) Dikkate şayandır ki; Atatürk yalnız edebiyat, veya yalnız resmi dil Türkçesi ile uğraşmamıştır. Özellikle temel, müsbet bilimleri, tekniği ele almıştır. 1936-1937 kış aylarında Dolmabahçe Sarayı’na çekilerek geometri öğretmenlerine, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olmak üzere, bir geometri kitabı hazırlamıştır. Bu kitap 1937’de yazar adı gösterilmeden Milli Eğitim Bakanlığı’nca bastırıldı. O devirden beri, Türkiye’de fen derslerinin, matematiğin Türkçesini okuyarak milli eğitim yolundan geçenlerin bildikleri Türkçe birçok geometri terimlerini, ilk bu kitapta bulmak mümkündür.” 8


“Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin.”


Gazi M. Kemal /1930


Sinanoğlu Türkçe eğitim derken, gençler yabancı dil öğrenmesin demek istemiyor. Tam tersine yabancı dili ayrıca öğrenmenin önemini vurguluyor:

“İngilizceyi çok istiyorsan yaz kursunda falan öğren, ama önce sen kendi kültürünü, tarihini, kimliğini tanımak için okumalı, araştırmalar yapmalısın. Bilim teknik konusunda yetişmek istiyorsan zehir gibi matematik bilmelisin. Çünkü bilim dili matematiktir. Ayrıca yalnız aklını değil gönlünü de eğitmeyi unutma derim . Tasavvuf gönül mektebidir. Batı dünyası da anladı ki (sadece) akılla bir yere varılmıyor, yani bir şeyler eksik kalıyor. Her iki dünyamızın da mamur olabilmesi için bir formül vardır: “bilim+gönül+dil” diye. Bizler gönlümüzü zenginleştireceğiz, gönlümüzü zenginleştirecek müesseseleri açacağız, hayat tarzı batının yörüngesine girmiş insanımıza ulaşacağız, sonra da o aklıyla herşeyi başarmaya çalışıp aciz kalan ızdırap içindeki batı insanına elimizi uzatacağız. Tarih bizlerden bu vazifeyi bekliyor.


Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı19Biz (yurtdışına) gidip geldikten sonra gördük ki Anadolu Liseleri, Kolejler diye yüzlerce okul açılmış, Türkçe eğitim veren okullar gittikçe azalmış. Kalanlar da üçüncü sınıf okul muamelesi görüyor ve onlardan bir kaçış yaşanıyor. Bu okullar da yabancı dille eğitime geçmek için adeta yalvarıyorlar. Çeşitli cemaatler kolej adı altında yabancı dille eğitim veren okullar kurmuşlar, kar da ediyorlar ama Avrupa’nın ekmeğine yağ sürüyorlar. Anadolu Lisesi lafına dikkat etmek lazımdır Anadolu kelimesini misyonerler çok severler. Kelime biliyorsunuz Türkçe olmayıp Anatolya’dan8 gelmektedir. Avrupa Türkiye Cumhuriyeti sözünü bile Anadolu Federasyonu olarak görmek ister. O da bir süre için.”9


SON SÖZ


Oktay Sinanoğlu 80 yıllık ömrü boyunca kendisini çalışmaya, iyi yaptığı işi daha iyi yapmak için sadece kendisiyle yarışmaya adamış bir bilimadamı. İnandıklarını savunma şekli tam da bu kadar büyük bir dehadan beklenecek kadar naif. Söylevleri asla politik olamıyor. Yer, zaman, titr tanımıyor; bildiğini, istediği zaman, yeri geldiğinde söylüyor, yazıyor. Bir silahı varsa hep açıkta. Sırtını yasladığı tek şey zekası, çalışkanlığı ve hep saf ve iyi duygularla beslemeye çalıştığı gönlü. Tabii ki bu tüm hatlarıyla ortada olma durumu onu pek çok kez eleştiri oklarının hedefi haline getirmiş. Onu vurmak bazılarına çok kolay gözükmüş, denemişler. Açık hedef çünkü. Bilemedikleri şey şu ki, Oktay Sinanoğlu hayatın zorluklarına, okyanusun dalgalarına, uçağını indirirken ortaya çıkabilecek şiddetli rüzgara, aynı matematiğin, doğanın eşsiz güzelliğine baktığı gibi hayranlıkla bakıyor. Bitmek tükenmek bilmez bir öğrenme açlığı onunki. “Neden?” sorusuna hep “Meraktan” diye cevap veriyor. Öğrendikçe bildiğini, bildikçe güçlendiğini fark ediyor ve bu gücü sadece kendisi için istemeyecek kadar gönlü zengin bir adam… Yıllardır çözülemeyen bir çok bilimsel formülü çözdüğü gibi, hep birlikte güçlenmenin formülünü de çözmüş: paylaşmak… Bu özelliği ise gücüne güç katıyor. Onu ezmek, üzmek isteyenler hep bir duvara çarpmış gibi geri sekiyorlar. En sık yapılan eleştirilerden biri, “kendisini var eden sistemle”, Amerikan eğitim sistemiyle sürekli kavga halinde olduğu iddiası. Bu iddia aslında Sinanoğlu’nun Türkiye için yaptığı her şeyin değerini indirgemek adına hareket ve sözlerinin altında salt Amerikan düşmanlığı, kuyruk acısı hatta aşağılık kompleksi olduğu imasını taşıyor. Açık hedef demiştik… Çizgili sırtlanların arasında kalmış Anadolu parsı o. Cevabı çok kısa ve net:


“Beni onlar profesör yapmasaydı, Avrupalılar da, Ruslar da profesör yapardı. Niye kendimi borçlu hissedeyim! Zaten ben eğitimimin yarısını tamamen Türkçe dille, Türkiye’de liseyi bitirinceye kadar aldım. Bu eğitimle Amerika’ya gidip üç sene birden atladım. Yani beni yetiştiren Türkiye’dir.”


-o-


ÖZET KRONOLOJİ 10


1953-1954


• TED Yenişehir Lisesi’nde burslu olarak okudu ve birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla kimya mühendisliği okumak üzere ABD’ye giderek Mizzuri Üniversitesi’nde derslere başladı. Sene sonunda Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği bölümüne Kabul edildi ve oraya gitti.


1956


• Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği bölümünü birincilikle bitirdi.


1957


• MIT’yi sekiz ayda master derecesini tamamlayarak Yüksek Kimya Mühendisi oldu.


1959


• Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’e dönerek iki yılda kuramsal kimya doktorasını tamamladı.


1959-1960 arasında


• ABD’de Atom Enerjisi Merkezi’nde araştırmalar yaptı; araştırmaları uluslararası dergilerde yayınlandı, pek çok üniversiteden teklifler almaya başladı.


1960

• Yale Üniversitesi’nde ”yardımcı profesör” olarak çalışmaya başladı.


1961-1962


• “Öğecik (atom) ve özdeciklerin (moleküllerin) çok eksicikli (elektronlu) kuramı” ile profesörlüğe adım attı. Temel fizik kanunlarından başlayarak çeşitli maddelerin kimyasal ve fiziksel özelliklerini bulmak için gerekli bu temel kuramla, 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırmış oldu. Ve profesörlüğe yükseldi.

• Yale Üniversitesi’ndeki profesörlüğünün yanında Harvard Üniversitesi’nde kendisinin bulduğu “yeni kuantum (nicem) kimyası ve fiziği” üzerine üst düzey dersler verdi.

• Alfred P. Sloan Ödülü’nü aldı.


1963


• Temmuz ayında Yale Üniversitesi’nde resmen “tüm” profesör oldu. 28 yaşında, son 100 yıldır Batı’da en genç yaşta profesör olan kişi olarak Yale Üniversitesi tarafından dünyaya tanıtıldı.


1964-1965


• Yale Universitesi’nde ikinci kürsüye atandı; bu kürsü dünyada yeni kurulmaya başlanan moleküler biyoloji idi. Kalıtımı sağlayan DNA molekülünün yapısının neden çift sarmal olduğunu ve bunu bir arada tutan kuvvetlerin ne olduğu üzerine yaptığı çalışmasıyla (solvofobik – çözgen iter kuvveti kuramı) moleküler biyolojinin kurucuları arasına katıldı.

• ODTÜ’ye danışman profesör oldu. Eğitimin Türkçe yapılması gerektiği üzerine konuşmalara başladı.

• Tamamen ayrı bir saha olan yüksek enerji fiziği üzerine çalışmaları sonucu “yeni sekiz mezon (maddeyi oluşturan temel taneciklerden sekizi) ve özellikler kuramı”nı buldu.

• Miami Üniversitesi, Coral Gables, Florida’da hem fizik, hem moleküler biyoloji bölümlerinde ziyaretçi prof. olarak bulunup yoğun bir şekilde yüksek enerji fiziği üzerinde çalışırken, orada ”Kurumsal Bilimler Merkezi”nin kurucularından oldu.

• NIH‘ye (Amerikan Ulusal Sağlık Bilimleri Kurumu) danışman oldu.


1966


• TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü alan ilk kişi oldu.


1967-1970 arasında


• ABD, Ulusal Argon Atom Enerjisi Laboratuvarları’nda sadece beş bilimcinin seçildiği Teftiş Kurulu Üyesi.


1968


• ODTÜ’de Kuramsal Kimya Bölümü’nü kurdu.


1970


• Atom Fiziği üzerinde çalıştı; atomların temel yapısı üzerine çok ayrıntılı bir kuram geliştirdi; “Atom fiziğinde atomların yapısı ve elektronik özellikleri kuramı”nın gökfizik alanındaki uygulamalarıyla güneş ve yıldızlardaki kimyasal öğeler hesaplanabilir oldu. ABD Ulusal Standartlar Kurumu’nun kataloglarındaki yanlış bilgiler düzeltildi.


1970-1973 arasında


• ABD Ulusal Argon Atom Enerjisi Laboratuvarı’nın başkanlığını yaptı.


1971


• 1971 Eylül’den Aralık ayına kadar Paris’te, ancak çok üst düzey matematikçi ve fizikçilerin kabul edildiği Institut Des Hauts Etudes Scientifiques’te kimyaya matematiği sokma alanında uzun yıllar sürecek çalışmalarına başladı. Bulduğu yeni matematik temeller, farklı alanlarda bilim dünyasına büyük katkı sağladı.


1973-1974


• Boğaziçi Üniversitesi’nde MEB’in teklif ettiği rektörlüğü reddedip danışman profesör olarak çalıştı.

• 1973 Mayıs ayında Almanya’nın en yüksek bilim ödülü olan Alexander von Humboldt Bilim Ödülü’nü aldı. Bu ödülü alan ilk bilimciydi.

• Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi’ne seçilen ilk ve tek Türk oldu.

• 9. Milli Eğitim Şurası’na katıldı ve bilim ve teknoloji eğitiminin Türkçe olması gereği üzerine konuşmalar yaptı.


1975-1976


• Asya’yı keşfetti. Japon Hükümeti’nin “Uluslararası Seçkin Bilim Adamı” ödülünü almak için gittiği bu ülkede altı ay boyunca çeşitli bilimsel konuşmalar yaptı, iki ülke arasında (Türkiye ve Japonya) kültürel ve bilimsel ilişkinin kurulması için çalıştı. Neredeyse tüm Japonya’da “İpek Yolunun İki Ucu: Türkiye ve Japonya” başlığını taşıyan ve iki ülke arasındaki kültürel ve tarihi benzerlikleri anlatan konuşmalar yaptı. Japon televizyonu NHK ile İpek Yolu projesini başlattı.

• Hindistan Hükümeti’nden Devlet Misafiri olarak aldığı davet üzerine bu ülkeye gitti. Bayan Gandi’nin bakanları ve Cumhurbaşkanı Fakruttin Bey ile yine iki ülke arasında güçlü bağların oluşması için çalışmalar yaptı.

• “Türkiye Cumhuriyeti Profesörü” unvanını aldı.

• Balıkesir’de askerliğini yaptı.


1977-1978 arasında


• İki yıl İÜ Kimya Fakültesi’nde görev yaptı.

• 1978’de eski TDK’dan Fiziksel Kimya Terimleri sözlüğünü yayımladı.


1980


• 1970’lerde Almanya’da başladığı matematik temelleri geliştirmeye ve kimyaya yeni bir bakış açısı getirmeye yönelik çalışmalarının sonucunda “Kimya’nın temellerini yeni matematiklere oturma kuramı”nı buldu. Yeni nicem kanununu geliştirerek kimyayı ezber yerine yeni matematik fizik temellerine bağladı.


1982-1988 arasında


• Yale’de düzenlediği kimyanın matematik temelleri üzerine bir dizi seminere çeşitli ülkelerden bilim adamlarını davet etti. Böylece “matematiksel kimya” diye yeni bir dalın ortaya çıkmasına, J. Mathematical Chemistry dergisinin ve uluslararası kurultayların örgütlenmesine önayak oldu. İlk kurultayda açılış konuşmasını yaptı. Derginin yayın kurulu üyesiydi.


1985


• Yaklaşık on yıldır üzerinde çalıştığı ve teorisinin matematiğini 180 teoremden çıkardığı araştırmasını anlatmak üzere dünya turuna çıktı. ABD, Kanada, Batı ve Doğu Almanya, İsviçre, Japonya ve Kore’nin çeşitli üniversite ve kurumlarında konuşmalar yaptı.


1988


• Türkiye’ye davet edilerek Milli Eğitim Şurası’na katıldı.

• Amerikan basını, 180 teoremden çıkardığı, fizik ve kimyaya yeni bir bakış getiren teorisini çocuklara resimli oyunlarla anlattığı için kimyayı herkesin türetebileceğini ispatladığını yazdı.


1991


• TC Kültür Bakanlığı’nın Bilgi Çağı Ödülü’nü aldı.


1993


• Merkezini Yale Üniversitesi’nden Türkiye’ye taşımaya karar verdi.


1994-1995 arasında


• Yıldız Teknik Universitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nde profesör ve rektör danışmanı.


1995- 1996


• ILESAM Üstün Hizmet Ödülü’nü, GESİAD Yılın Bilam Adamı Ödülü’nü, Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Fikir Adamı Ödülü’nü aldı.

• Türk-Kazak Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi oldu.


1999


• DPT Yükseköğretim ve İktisadi Gelişme Uzmanlar Kurulu’na katılan yüzü aşkın akademisyen tarafından başkan seçildi.


1999-2000 arasında


• Miami Üniversitesi Matematik Bölümü’ne yarı zamanlı profesör.


2000-2001


• Yale Üniversitesi’nde “Kimyanın yeni temel kuramı ve organik ve anorganik kimyaya uygulamalar” konulu lisans üstü dersler verdi.

• ABD Yale Üniversitesi’nde iki kürsü (fiziki-kimya, moleküler biyokimya / biyofizik) profesörü. Kuramsal Fizik Merkezi’nın üyesi.

• Yıldız Teknik Üniversitesi Kimya Bölümü’nde profesör.


2002-19 Nisan 2015


• 2002’de Antalya’da Uğur Mumcu Bilim Ödülü, TÜRKSAV Türk Dünyası’na Hizmet Ödülü’nü aldı.

• 2005’te YTÜ öğrencilerinin oylamasıyla “Yılın Yıldızları En Beğenilen Bilim Adamı Ödülü”ne layık görüldü.

• Mayıs 2006’da kendisine Karaman Valisi ve Karaman Belediye Başkanınca “Karamanoğlu Mehmet Bey-Türk Diline Üstün Hizmet Onur Ödülü” verildi.

• Bye Bye Türkçe / Bir Nev-York Rüyası; Göçmen Hamamı; 2050’ye 5 Kala; Dünyanın 105 Yıllık Tarihi; İlerisi için; Türkçe Giderse Türkiye Gider; Büyük Uyanış; Hedef Türkiye; Ne Yapmalı / Yeniden Diriliş ve Kurtuluş İçin; Yeni Bilim Ufukları I; Yeni Bilim Ufuklari 2; Yeni bir matematik kuramı ve onunla bazı fizik kimya ilkelerinin bulunması; Yeni Bilim Ufukları 3 Hayatın Örgüsü Elli Yıllık Biyolojinin Temellerini Sarsan Sorular; Açıklamalı Fizik, Kimya, Matematik Ana Terimleri Sözlüğü kitaplarını yayımladı.
Oktay Sinanoğlu’nun en önemli 5 kuramı şunlardır:

• Many Electron Theory of Atoms and Molecules (1961) – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı

• Solvophobic Theory (1964) – Çözgeniter kuramı.

• Network Theory (1974) – Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı

• Microthermodynamics (1981) – Mikrotermodinamik

• Valency Interaction Formula Theory (1983) – Değerlik kabuğu etkileşim kuramı.


 


DİP NOT VE REFERANSLAR

1) Esin Afşar, şarkıcı, yazar, çevrmen, oyuncu. 1936-2011.

2,3) Karaalioğlu, Mustafa, Bir “dahi”nin penceresinden Türkiye’nin yakın tarihi, Yeni Şafak, 30.10.2001; Çaykan, Emine, Türk Aynştaynı Oktay Sinanoğlu Kitabı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Eylül 2001.

4,8) 10 Kasım 1971, New York Konuşması, Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı: 59,

10.1972; Sinanoğlu, Oktay, Bye Bye Türkçe, Otopsi Yayınevi, İstanbul, 2011.

5) Çaykan, Emine, Türk Aynştaynı Oktay Sinanoğlu Kitabı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 09.2001.

6) Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu: Asyalı olmakla övünüyorum, Aydınlık Dergisi, Sayı:748, 18.11.2001

7) Mutluoğlu, Mehmet, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu ile dilimiz Türkçe üzerine söyleşi, Bayrak Dergisi, 2009.

9) Anadolu, orijinali Anatolie, Yunanca gündoğumu, doğu anlamlarına geliyor. Osmanlı’ya ‘Anadoli eyaleti’ olarak geçmiş. Bkz. Nişanyan, Sevan, Kelimebaz 1, İstanbul, 2009.

10) Şahin, Osman, Oktay Sinanoğlu ile söyleşi, Aydınlık Dergisi, 12.12.2011.

11) Özet kronoloji bölümü Türk Aynştaynı Oktay Sinanoğlu Kitabı başta olmak üzere, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu resmi web sayfası, Wikipedia, idefix.com, kitap.antoloji.com kaynaklarından derlenmiştir.



Oktay Sinanoğlu 'nun muhteşem yaşamı

Hiç yorum yok